Recm İslam'da var mı?

RECM HAKKINDA MERAK EDİLENLER
Hadis İnkârcılığı Üzerine – Yazı 21
1. Recm dinde var mıdır? Bunu inkâr eden sahabe ve ulema olmuş mudur?
2. Recmi inkâr edenler hangi ayetlere dayanıyorlar?
3. Recmin dinde var olmasının hikmeti nedir, bu hüküm Allah’ın merhametine aykırı mıdır?
4. Recmin uygulanmasının şartları nelerdir?
5. ‘Recm ayeti vahyin başlangıcında vardı’ rivayetleri sahih midir?
6. ‘Recm ayetini keçinin yediği’ rivayetleri sahih midir?
7. ‘Lafzın neshi’ , kabulüne göre bu durumun hikmeti ne olabilir?
Cevap:
1. Recm dinde var mıdır? Bunu inkâr eden sahabe ve ulema olmuş mudur?
İslam’da zinanın cezası olarak ‘100 sopa vurma’ belirlenmiştir. (Nur Suresi, 2) Peygamberimiz bu hükmün bekârlar için geçerli olduğunu, evli olanların zina cezasının recm olduğunu bildirmiştir. Modernistler, Kuran’da böyle bir ayrım yok, diyerek recmi inkâr ederler. Bu savunma ilmi bir metot değildir. Kur'an’da pek çok hüküm genel (âmm) olarak gelmiştir. Daha sonra bu hükümler sünnetle tahsis veya takyit edilmiştir, yani koşullara bağlanmıştır. Mesela, ‘hırsızın elini kesin’ ayetinde detay açıklama yoktur. Buna göre hırsızın eli en küçük bir şey çaldığında dahi kesilmesi gerekirken, sünnet bunu koşula bağlayarak miktarını belirlemiştir. Örneğin, süt çalana el kesilme cezası verilmez. Ceza için nisab miktarı 2 koyuna denk gelmelidir. Ancak bu ayrım Kuranla değil sünnetle yapılmıştır. Bu ayette de, ayrım olmadığı için modernistler, iğne çalan bir kişiye de mi bu cezayı tatbik edecektir! Dolayısıyla, zina edene 100 sopa vurulma cezasında, bekar evli ayrımı söz konusu edilmemesi, recmin yokluğuna delil olamaz. Hz. Peygamberin, ayetleri nasıl açıkladığı mümin için bağlayıcıdır. Sayfamızda delilleriyle bahsedildiği gibi Kuran ayetlerinin açıklamaları Hz.Peygambere (sav) aittir. Hz.Peygambere de(sav) hüküm verme yetkisi Allah tarafından verilmiştir. Bunu inkâr eden büyük dalalet içerisindedir:
• Aralarında çekiştikleri şey hakkında, seni hakem tayin edip, sonra da senin verdiğin hükümden dolayı “içlerinde bir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça” iman etmiş olmazlar.(Nisa Suresi, 65)
• İnsanlara açıkla diye Kuran’ı sana indirdik. (Nahl Suresi, 44)
• Allah ve Peygamberi bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz.(Ahzap Suresi, 36)
Recm cezası Kuran’da işaretle, sünnette kesin delille vardır. Medine’de Yahudiler, kendi toplumunda evli fakirlerin zina etmesi üzerine recm uygulanmış ama bazı zenginler de zina edince, farklı hüküm verilir ümidiyle Peygamberimize gelip ‘recm uygulayıp uygulamama’ konusunda fetva istemişlerdir. Eğer recm verilirse yine de, hükmü kabul etmeme kararı almışlardır. Bunun üzerine Maide Suresi 43. ayet inmiş ve recmin Allah katında hak olduğu burada anlaşılmıştır:
"Kendi kitapları olan ve içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat ellerinde iken, nasıl olup da seni hakem tayin ediyorlar? Sonra ne diye peşinden dönüp senin hükmüne razı olmuyorlar? Aslında onlar hiç bir şeye iman eden kimseler değildirler." (Maide, 43)
Bu ayette, recm hakkında ‘Allah’ın bir hükmü’ denilmesi recmin ayetlerde hak gösterildiğine işarettir. Recmi reddeden bir tane dahi ayet yoktur. Recmin Yahudilerden Müslümanlara geçtiğini iddia eden modernistler bu sebeple hükmü inkâr ederken, aynı zamanda ‘Namazın Kuran’da detayına ihtiyaç yok, çünkü namaz Yahudilerden öğrenildi’, diyerek bir çelişkiye düşmektedirler. Yahudilerden öğrenildiğini iddia ettikleri bozulmamış din esası, yani namaz meselesi onlar için dinde delilse, niçin aynı mantık recmi inkârlarına sebep oluyor? Çünkü, dertleri kendi heva, heves ve günümüz dünyası anlayışında İslam’ı yorumlamaya çalışmaktır.
Kaldı ki, recm hükmü Peygamberimizin sünnetti ile sabittir. Kütüb-i Sitte’de ise recmle ilgili pek çok sahih rivayet vardır. Bu rivayetler tevatür düzeydedir. Yani, yanlışlığına imkan verilmeyecek sahabe, ravi topluluğu ittifakla haber vermiştir. Bunun yanında recm cezası, manevi olarak da tevatürdür. Yani hiçbir sahabe de recmi uygulayanlar için «Bu insanlar Peygambere(sav) iftira attı, dinde böyle bir şey yoktur» dememiş, sükût ederek hükmün var olduğunu ortaya koymuşlardır. Zulme asla rıza göstermeyen ashabı kiram, nasıl olur da dinde olmayan bir şeye sükût eder! “Senin verdiğin hükme gönül rızasıyla bağlanmazlarsa iman etmiş olmazlar.”(Nisa Suresi, 65) ayetinden dolayı tevatür haberi inkâr eden kişi iman ve itikad olarak kendisini ciddi bir riske atmaktadır.
İslam tarihi incelendiğinde recmin varlığını yok sayan sadece Peygamberimizin(sav) lanetlediği, sahabelerle savaşan Hariciler (Buhari, Menakıb, 25; Ebu Davud, Sünnet, 31) ve küçük bir kısım Mutezile olmuştur. Bütün sahabeler ve ümmet alimler ittifakla recmi kabul etmiştir. Sahabe düşmanlığıyla bilinen Şia dahi recmi inkâr etmemiştir. Hz. Ömer’in ve Hz.Ali’nin bizzat recm cezası uyguladığı ve hiçbir sahabenin de karşı çıkmadığı da bilinir. (Zeylai, a.g.e., III, 319 vd.; es-Şevkânî, a.g.e., VII,108) Şayet, recm cezası İslam’da olmasaydı sahabe ve sahabeyi gören tabiin ve onların yetiştirdiği alimler ve de 14 asır boyunca gelmiş, İslam için zindanlarda işkenceler görmeyi göze almış bu kadar geniş ve manen büyük topluluk, Allah’ın «öldürülemez» kıldığı bir canı öldürmeye veya bunun fetvasını vermeye cesaret edemezdi. Zaten onların imanları da buna müsaade etmezdi. Ya da her biri cennet ile müjdelenmiş sahabelerden (Hadid Suresi 10) bir tane sahabe çıkıpta «Recm diye bir hüküm yoktur» diyebilirdi. Allah’ın cennetle müjdelediği sahabelerden bir tane Allah korkusu olan sahabe dahi çıkmamış mıdır ki, bu hükme karşı gelsin!’ Ancak böyle bir durum söz konusu değildir. Sadece Nur Suresi 2. ayete bakarak «Kuran’da bu yok, o yüzden İslam’da olamaz» diyerek hükmü reddedenler, Kuran’a dönüş çağrısı yaparken Kuran içinde Peygambere(sav) havale edilen meseleleri anlatan ayetleri görmezden geldiklerini bilmelidirler.
2. Recmi İnkâr Edenler Hangi Ayetlere Dayanıyor?
1. Recmi inkâr edenler, başta Nur Suresi 2.ayette zina cezasında bekar-evli ayrımı yapılmamasına dayanır. Bunun cevabını yukarıda vermiştik. Diğer öne sürülen ayetler şunlardır:
- “Ey peygamberin hanımları! İçinizden kim açık bir zina ederse onun için o azap ikiye katlanır.” (Ahzab, 33/30)
Bu ayete dayanarak, evli olan peygamber hanımı zina edecekse ona recmin 2 katı uygulanamayacağından, bu ayet recmi reddeder, iddiaları vardır. Halbuki bu ayette söz konusu edilen ‘iki kat ceza’dan maksat biri dünyada bir de ahirette olan cezalardır. (bk. Kurtubî, ilgili ayetin tefsiri) Buna göre, bu ayetten hareketle, evli kadınların cezasının recim olamayacağını söylemek doğru olmaz. Çünkü burada recim cezasının iki katı değil, -dünyada cezayı çeken diğer insanların günahlarının kefareti olmasıyla ahirette affolunmasına rağmen- Peygamber hanımlarının dünyadaki cezaları ahiretteki cezalarını kaldırmadığı için, onların hem burada hem ahirette iki kez olmak üzere cezaları olur. (bk. Kurtubî, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri) Bazı alimlere göre, onların ahiretteki cezaları diğerlerinin iki katıdır. Örneğin, başkaları cehennemde beş gün yanarsa onlar on gün yanar. (Alusî, ilgili ayetin tefsiri)
2. "Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez; zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu, müminlere haram kılınmıştır. (Nur, 3)
Bu ayetten yola çıkarak recm inkar edilemez. Çünkü, recmin uygulanması 4 şahitin bulunmasına bağlıdır. Bir kişi zina etti ise ve bunu iki kişi o an gördü ise zina etmiştir halkta bunu bilebilir ama o ana bizzat 2 kişinin daha şahit olması gerektiğinden recm uygulanmaz. Zina ettiğini 1, 2, ya da 3 doğru sözlü kişinin bizzat olay anında görmesiyle ve diğer halkta kulaktan gelen haberler zinayı bilse dahi artık recm uygulanmaz. Ama o kişinin zina ettiği bilinebilir. Kendisi de bunu bilir. Bir başkasıyla hala daha evlenebilir çünkü yaşamaya devam edecektir.
Ayrıca, Bu ayet, Medine döneminin henüz başında gelmiştir. Said b. Müseyyeb "Aranızdaki bekarları evlendirin." (Nûr, 24/32) ve Nisa sûresindeki "Size helal olan kadınlardan nikâhlayın." (Nisa, 4/3) âyetlerinin bu ayeti neshettiğini bildirmiştir. (Alusi, Ruhul Meani, IX/87) Hikmeti, müslümanların yeni bir nesil yetiştirmek için zina etmemiş temiz kişilerle önce yuvalar kurmaları ve bu şekilde nesil yetiştirmeleri, toplum bu duruma hazır olduktan ve iyi nesiller oluşmaya başladıktan sonra da kıyamete kadar fayda getirecek şekilde hüküm değiştirilmiş, zina etmiş kişilerle de evliliğin helal olduğu bildirilmiştir. Allahualem.
3. Kullanılan diğer ayet ise şudur: “…ellerinizin altındaki mümin cariyeler… eğer evlendikten sonra zina yaparlarsa, onlara hür kadınlara ait cezanın yarısı uygulanır.”(Nisa, 25). Bu ayete dayanarak ‘recmin yarısı olamayacağı için’ recmi inkâr ederler.
Nisa Suresi 25.ayette kölelere verilen zina cezasından bahsedilmektedir. Recm cezasının uygulanması ise kişinin hür, akıl baliğ, ergin ve evlenmiş olması gerekir. Nitekim, Razi’nin bildirdiğine göre, köle/cariye hakkında hiç bir surette recim cezasının uygulanmayacağı hususunda alimler ittifak halindedir. (bk. Razî, a.g.y) İslam tarihinde hiçbir köle/cariyeye recm uygulanmamıştır. Dolayısıyla ayetteki karşılaştırma, bekar olan hürlere verilen 100 sopa ile, evli veya bekar olan köleler arasında yapılan kıyaslamadır, 50 sopa cezasıdır.
REFORMİSTLERE SORU:
Şayet, Hz. Peygamberin ayetleri açıklamadığını iddia ediyorsanız, bu ayete göre cariyeler için ‘evlendikten sonra zina’ cezası tabiri kullanılmış. Öyleyse bekar köleye zina cezası verilmeyecek midir? Derseniz ki, o zaman bekar köle 100 sopa ayetine tabi tutulur, öyleyse siz de bekar köleye 100 sopa, evli köleye 50 sopa cezasını kabul etmiş olacaksınız? Evlendikten sonra zina etmek daha mı hafif bir suçtur ki! Elbette değil. Derseniz ki, ‘bekar ve evli köle, ikisi de 50 sopa olacaktır’ Sünnette dayanmayan sizler bunu hangi ayete dayandırdınız? Derseniz ki, ‘ayette evli köle 50 sopaysa bekar da yine öyledir’. Ama ayette yazmayan bir şeyi nasıl iddia edebildiniz? Derseniz ki, işimize geldi burada sünnette dayandık. Madem sizler vahiy almadan böyle çıkarım yapabiliyorsunuz, vahiy alan Peygamberin Nur Suresi 2.ayette, ‘100 sopa bekara cezadır, evli recm edilecektir’ demesini niçin anormal buluyorsunuz? Modernistlerin bu durumu herhangi bir şekilde izah edilebilecek bir durum değildir. Bu ayetlerin açıklamaları için sünnette ihtiyaç olduğu açıkça ortadadır.
3. Recmin Dinde Var Olmasının Hikmeti Nedir, Bu Hüküm Allah’ın Merhametine Aykırı Mıdır?
İslam’da ceza hükümlerinin mantığı tamamen, suçun ortaya çıkmasını engellemek için caydırıcılık maksadı taşır. Bir toplumu dünya ve ahiret saadetine ulaştıracak en köklü kurum ailedir. Ailenin bozulması toplumun bozulması demektir. Zinaya yeltenen aile bireylerinde ise eşler arası sadakat azalır, bu durum aile içerisinde geçimsizliğe, boşanmaya sebep olur. Çocukların bozulan ruhsal ve ahlaki durumları sonucu çocukların da suça meyleden, topluma zarar veren, intihara meyilli, madde bağımlısı olma riski yükselir. Bu ruh haliyle kulluk vazifelerinin yapılması da zorlaşır. Dolasıyla zina ve bozulan aile düzeni, toplumun dünya ve ahiret saadetini baltalayan bir günah olarak karşımıza çıkar. Bu sebeple İslam’da zinanın önüne ciddi tedbirlerle geçilir ve kişilerin bu suçu işlemeye cesaret etmesi engellenir.
Ayrıca, tecavüz suçu işleyene de recm uygulanması, tecavüzcülerin alabileceği en güzel cezadır. Kendisi, annesi, bacısı, hanımı tecavüze uğramamış bir insanın, recmin ne derece insan fıtratını rahatlatan hüküm olduğunu anlamaması doğaldır.
Bu gibi hükümlerin İslam’da bulunmasının «İslam’ın rahmet dini olma özelliğiyle» çelişen bir tarafı yoktur. Çünkü, İslam’ın rahmet dini olması, kişilere sorumluluk ve ceza verilmeyeceği anlamına gelmez. Toplumu bozguna uğratacak bu tarz fiil ve fitnelere merhamet etmek uğruna ceza vermemek, toplumun fesada uğraması demek olacağı için, suçluya merhamet ederken topluma merhametsizlik yapılmış olunur. Tövbe edip günahlarına kefaret olacaklar için de bilmekteyiz ki, yaşam dünyada bitmez. Çünkü, İslam hem dünyaya hem ahirete bakar ve bu cezalar sonucu kefaret olan günahların ahirette alınacak olumlu sonuçları bazında düşünürsek, yine İslam’ın rahmeti ortaya çıkmaktadır.
4. Recmin Uygulanma Şartları Nelerdir?
İslam’da had cezaların suç ortaya çıkmışsa cezayı uygulamamak için çaba gösterilir. Şu hadis-i şerifler, maksadın ceza vermek değil, suça yeltenmeyi önlemek olduğunu deliller:
• “Şüphe bulununca, gücünüzün yettiği kadar hadleri (cezaları) düşürünüz.” (Ebu Davud, Salat, 14; Tirmizi, Hudud, 2)
• “Gücünüz yettiği ölçüde, hadleri (cezaları) kaldırın. Şayet bir çıkış yolu bulursanız onu tatbik edin. Zira imamın (hakimin) affetmekte hata etmesi, ceza vermekte hata etmesinden daha hayırlıdır.”(Ramuz El Hadis, Ravi Hz.Aişe)
Ancak, şartlar gerçekleştikten sonra da hakimin cezayı vermesi gereklidir. Çünkü, şartların gerçekleşmesine rağmen cezanın verilmemesi demek, toplumun “suç işlense de ceza verilmiyor” anlayışıyla suça rahatça yeltenmesinin önünün açılması demektir. Recm cezasının verilmesi için de gerekli olan şartlar ağırdır ve şunlardır:
- Recm cezası alınabilmesi için zinaya aynı anda adaletine güvenilecek 4 kişinin şahitlik etmesi gerekir. Mesela, 3 kişi zinayı görür tam 4. kişi geldiğinde zina yapanlar şahitleri fark edip zinayı bırakırsa şahitlik kabul edilmez, ceza verilmez. Çünkü, 4 kişinin aynı anda şahit olması şarttır. Eğer şahitler 4 değil 3 kişiyle sınırlı kalırsa ve 3 şahit bunu toplum içinde dile getirirse “iftira suçundan dolayı bu sefer eksik kalmış şahitlere 80 sopa vurulur”. Bu tedbirin amacı da “kimsenin böyle hassas konularda konuşmaması, toplumun dedikoduya dalmasına engel olunması” amaçlıdır.
- Şahitler zina yapanları örtü, yorgan altında görürse yine ceza verilmez. Çünkü, zina cinsel organların temas halidir, temasın görülmesi gerekir. Bu halde görülürse ancak zina suçu kabul edilir. Yorgan altında ancak yatağın sallandığına şahit dahi olsalar ceza söz konusu olmaz.
- Kişi gelip “zina yaptım cezasını ahirete bırakmak istemiyorum” diyerek zina yaptığını kendisi itiraf ederse bu sefer hakim 3 kez onu geri çevirir ve itirafını kabul etmez. Rüya görmüş olabilirsin, nikahlı eşin olmadığına emin misin, gibi sorularla cezayı vermemeye çalışır. Ancak, farklı zamanlarda yaptığı itirafların 4. sünde artık cezayı vermek farz olur. Çünkü, 4. itirafı 4 şahit yerine geçer.
- Recm cezası sadece İslam devletinde, devlet eliyle verilir. İslami kurallara göre yönetilmeyen devletlerde recm cezası verilemez, kişiler keyfi uygulama yapamaz.
- Zina şahitliği yapanlar bidat ehli, fasık insanlarsa onların da şahitliği kabul edilmez ve ceza verilmez. Şahitlerin adalet sahibi olması şarttır. Adaletin ise çeşitli tarifleri yapılmaktadır. Bunlardan en yaygın olanı: "Büyük günahları işlememek, küçük günahlarda ısrar etmemektir" ve "Hasenesi çok, masiyeti az olandır" şeklindeki tariflerdir. Bunun bir başka şekildeki ifadesi de «iyilikleri kötülüklerinden çok olandır." Bunun dışında nitelemesi olanların şahitlikleri kabul edilmez. (el-Mevsılî, el-ihtiyar'li talili'l-muhtar, II, 149; Vehbe Zuhayli, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, 2. baskı, Dimaşk 1405/1985, VI, 27 vd, VI, 565).
- Büyük günahları işleyen kimseler yalana da ehemmiyet vermezler. Yetim malı yiyen, faiz yemekle tanınan, devamlı içki içen, kumar oynayan ve benzeri günahları işleyen kimseler adalete uymayacaklarından ve kolayca yalan söyleyebileceklerinden dine göre şahitlikleri kabul edilmez. Yalan söylemekle tanınmış, sık sık yalan haber getirip götürenlerin şahitliklerine başvurulmaz. Davalı ile şahit arasında dünyevi bir husumet de bulunmamalıdır. Cimriliğiyle meşhur olmuş, zekat vermekte, çoluk çocuğunun geçimini teminde aşırı derecede eli sıkı olan kimselerin de şahitliği kabul edilmez. Bu kişilerin yalan yere şahitlik yapması ihtimali vardır.
- Çocukların, akıl hastalarının, bunakların, dilsizin, âmanın şahitlikleri makbul değildir. Ağzından çıkanların meşru veya gayrimeşru olduğuna aldırmayan, dinen ve ahlaken hoş olmayan sözleri sarf etmeyi bir alışkanlık haline getiren laubali insanların şahitlikleri de kabul olunmaz. Umumi adaba, sünnet-i seniyyeye, örf ve adete aykırı düşen işleri yapanların şahitliği ciddiye alınmamaktadır. Hayasız kimselerle sohbet etmek, insanlarla alay etmek, başkalarını küçük düşürecek derecede şakada bulunmak sünnete ve adaba aykırı hareketlerdir. Bunları alışkanlık haline getirenlerin şahitlikleri kabul edilmez. İmam-ı Azam’a göre, Selef-i salihine, sahabeye dil uzatan bid’at ehli kimselerin şahitliklerine de itibar olunmaz. Bütün bunlar İslam’ın şahitlik gibi adaletin tecellisine sebep olacak bir meseleye verdiği ehemmiyeti gösterir.
- Yalan yere şahitlik yapanın hem dünyada hem de ahirette cezası büyüktür. Ölen kişi mazlum olduğu için şehadet mertebesine ulaşır. Yalan yere şahitlik eden de katil hükmündedir. "Bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir." ayeti günahın büyüklüğünü gayet açık bir şekilde göstermektedir.
Şayet şahitlerin yalan beyanda bulundukları tespit edilirse hukukçularımız, yalancı şahitler için cezayı sadece ahirete bırakmamışlar, dünyada da bir takım cezalar öngörmüşlerdir. Yalan yere ettikleri şahitlik yüzünden sebep oldukları maddi zararın tazmininin yanı sıra başka cezalar da verilir. Yalancı şahit için genelde belli bir ceza tespiti yapılmamış, bu tamamen hakimin takdirine bırakılmıştır. İmam Ebu Hanife yalancı şahidin caddelerde teşhir edilip halka gösterileceğini, Ebu Yusuf ve Muhammed ise dayak ve hapis cezası ile cezalandırılacaklarını söylemişlerdir.(Merğinânî, el-Hidaye, III, 132; İbn Kudâme, el-Muğni, XII, 154;11, 154)
Görüldüğü gibi bu şartların hepsinin bir arada olması son derece zordur. Ancak, yine ceza sistemi vardır ki, kişiler şartların sağlanma korkusundan suça yeltenmesin ve bu sayede toplumda zina fitnesinin önüne geçilip aile kurumu korunabilsin, parçalanmasın. Mesela, Asrı Saadette verilmiş recm cezaları şahitlerin getirmesiyle değil, kişilerin 4 kez farklı zamanda gelip suçunu itiraf etmesiyle ve cezayı bu dünyada çekip ahirete bırakmak istememesinden dolayı verilmiştir. Nitekim, yaşanan bir recm hadisesi üzerinden anlaşılmıştır ki, kişinin samimi bir şekilde tövbe edip suçunu itiraf ederek bu cezayı dünyadayken kabul etmesi halinde günahlarının affolunduğuna ve ahirete bu günahla gitmediğine dair Peygamberimizin(sav) hadis-i şerifi vardır. (Müslim, Hudûd, 23) Nasıl ki bozulan yeminin, bozulan orucun kefaretleri vardır, kimi günahların kefareti dünyada olur, kimi günahların kefaretleri ahirete bırakılır, recmde de kişi, samimi tövbe ederek günahını itiraf edip cezayı talep ederse, Allah’ın izniyle bu günahtan ahirette sorumlu tutulmayacaktır.
Ütopyaları bir kenara bırakırsak zinanın yaygın olduğu toplumların aile yapısının durumu ortadadır. Ailenin çöküşü toplumda huzurun, mutluluğun ve güven bağlarının çöküşü demektir. Şüphesiz ki, İslam hükümlerinin ve İslam’daki hukuk sisteminin hakkıyla uygulandığı toplumlarda görülür ki, toplumsal düzeni, refahı sağlamada en işlevsel ve gerçekçi hükümler barındıran hükümler İslam’ın hükümleridir. Mesela, İslam tarihinde hırsızlara verilen el kesme cezasının adil bir şekilde uygulandığı ilk 300 yılda ceza verilen kişilerin sayısı sadece 6’dır. Bizler, 3 senede ortaya çıkan hırsızlık vakalarını sayamazken 300 senede 6 hırsızlık gibi bir istatistik fazlasıyla düşündürücüdür. (İsmail el-Fehranî, “eş-Şeriatü beyne’s-salihin ve’l-Murcifin” el-Ehram, 17 Yenayır, 2011)
5. ‘Recm Ayeti Vahyin Başlangıcında Vardı’ Rivayetleri Sahih Midir?
Bu konuda reformistlerin etkisiyle yapılan tartışmaların hiçbir gereği yoktur. Çünkü, bu rivayetler ihtilaflıdır.
• Hz.Ömer(r.a.) anlatıyor: «Recm ayeti Kuran’da vardı. (Eş-şeyhu ve’ş-şeyhatu izâ zeneyâ fercumû humâ elbettete nekâlen mina’llah.’ (İbn Hazm, s. 9; İbnu’l-Cevzî, Nevâsih, s. 36) şeklinde olduğu söylenir.) Rasulullah ve biz bunu tatbik ettik ve uyguladık. Aradan uzun zaman geçince bazıları «Biz Kuran’da recm görmüyoruz» diyerek onu inkâr etmelerinden korkuyorum. Recm haktır. Allah’a kasem olsun ki eğer insanlar: 'Ömer Allah Teâla'nın kitabına ilâvede bulundu.' demeyecek olsalar, recm ayetini Kuran’a yazardım." (Müslim, Hudûd, 15; İbn Mâce, Hudûd, 9, İbn Hanbel, I, 55-56; Mâlik, Hudûd, 10)
Ehli sünnet alimleri açısından, rivayeti kabul eden ve etmeyenler 2 açıdan değerlendirilecektir.
1. Bazı alimler recmi kabul etmesine rağmen, recm ayeti olduğu meseleleriyle ilgili rivayetleri tümden reddetmiş ve aslı olmayan rivayetlerden olduğu konusunda tereddütleri olmadığını söylemişlerdir. (Cezerî, el-Fıkhu ala’l-Mezahibi’l-Arbaa, IV/257) Bu alimlere göre, sorun recmi inkâr etmektir. Çünkü, recm haktır. Ancak, bu rivayetleri kabul etmemişlerdir.
Ayrıca, Hz. Ömer’den bu olayı aktaran ravilerden bir kısmı cerh ve tadil alimlerince zayıf kabul edilmiştir. (Tirmizi, Hudud, 7; İbn Ebi Hatim, Kitabü’l-Cerh ve’t-Tadil, IX, Beyrut 1953, s. 265; Hakim, Müstedrek, IV, 360)
2. Bu rivayetleri kabul eden ehli sünnet alimlerinin ise Kuran’ın eksik olduğunu iddia ettiği yoktur. Kuran’ın eksikliğini iddia eden zaten küfür ehli olur. Hz.Ömer’den(r.a.) rivayet edilen “Kuran’da recm ayeti vardı” ifadesiyle ilgili rivayeti kabul eden alimlerin, kabul etmesinin sebebi, Kuran’dan ayet eksilmesi sonucu oluşan ayet noksanlığı değil “demek ki recmle ilgili bir zamanlar söylenen bir ayet vardı ancak, ayetin lafzı nesh edildi ya da unutturuldu. Ancak hüküm baki kaldı.’ olarak kabul etmişlerdir.
- (Ey Rasulüm) Biz seni okutacağız da sen asla unutmayacaksın. Ancak, Allah’ın dilediği müstesna. (A’la Suresi, 6-7)
Bu ayette Allah, bazı ayetlerin indirileceğini ama sonradan unutturulacağını bildirir, görüşüne göre recm ayeti unutturulmuş olabilir. Ayrıca Cebri, rivayette, Eş-şeyhu ve’ş-şeyhatu.. diye recm ayeti olduğu bildirilen söz ayet değil Peygamber hükmüdür, demiştir. (Cebrî, en-Nesh, s. 45.) Bir kısım alimler de hiçbir ayetin unutturulmadığını, bu ayetin ‘Kuran’ı hıfz etmenin Allah’ın izninde olduğunu’, recm ayetinin lafzının Kuran’dan nesh edildiğini ama hükmünün sahih sünnetle baki kaldığını beyan etmiştir. Hz. Ömer rivayetinde de kastedilen budur. Bir ayet, Kuran’dan Allah tarafından nesh edilirse ve çıkarılırsa da Kuran’dan kabul edilmeyeceği için, o ayetin olmadığı Kuran korunacak olan, son halinde kalmış Kuran’dır. Dolayısıyla rivayetin bu şekilde kabul edilmesi dinen bir sakınca doğurmamış, Kuran’ın eksikliği iddia edilmemiştir. Hal böyleyken hiçbir şerh okumadan ya da bunları açıklamadan sadece iddialar üzerinden halkı yanlış yönlendirmek insafa uygun değildir.
Söz konusu rivayetlerin tahlilini alimlere bırakarak, bizler için asıl önemli olan konunun recmin hak olduğunu söyleyelim. Bu rivayetlerin hangisi kabul edilir hangisi edilmez, hadis ilmini bilmekle sonuca varılacak bir durumdur ve buna karar verecek olan işin ehlidir. Alimler de bu görüşlerden herhangi birini tercih edip benimseyebilir. Recmi tartışmak, hiçbir sahabe görmemiş, sahih sünnetten habersiz reformistlerin haddi olmadığı gibi, bu rivayetler üzerinden ehli sünnete yönelik karalama yapmakta cehaletin ürünüdür. Çünkü, ittifak edilen rivayetler değildir. Bizler için recmin varlığını bilmek ve kabullenmek yeterlidir.
6. Recm Ayetini Keçinin Yediği’ Rivayetleri Sahih Midir?
• Hz.Aişe’den(r.a.) rivayet edildiğine göre “Recm konusunda ayet inmişti. Bu ayet, karyolamın altında bir sayfada yazılıydı. Resulullah (sav) vefat edince biz onunla meşgul olduk, o sıralarda bir keçi gelip onu yedi ve ayet Kuran’dan çıktı.”(İbn Mace, Nikah, 36).
Hadis alimlerince, İbni Mace’de geçen keçinin yemesiyle Kuran’da çıkan ayetin akla aykırı olduğu bilindiği gibi rivayetlerin genel yapısına da aykırı düştüğü bilinmektedir. Yani rivayet, aklen de naklen de kabul görmemiştir. Zaten daha önce de belirtildiği gibi akılla nakil bir bütündür, çelişmez. Çelişme görülmesi halinde akıl kabul edilir, nakil tevil edilir.
Recm ayetini keçi yemesi rivayetiyle ilgili alimlerin görüşlerinden örnek verelim:
- Bu rivayetin senedinde illet vardır, münker hadislerdendir, sahih değildir. İmam Ahmed’e “keçinin ayet yemesi” rivayetini aktaran Muhammed bin İshak hakkında “İbni İshak’ın tek başına rivayet ettiği bu hadisi kabul eder misin? diye soruldu, “Hayır kabul etmem.” dedi. (Tezhibul Kemal 24/422) İmam Müslim, İmam Malik de rivayetteki keçinin ayet yemesi kısmını kabul etmemiştir. Çünkü, Ravi Muhammed bin İshak güvenilir ravilere muhalefet etmiştir.
- İbni Kuteybe de bu rivayetin ravisi Muhammed bin İshak’ı hüccet görmemiştir. (Tevilu Muhteliful Hadis, 443)
- Ahmed bin Hanbel de bu rivayetini Müsned’ine alarak rivayeti sahih kabul etmediğini söylemiştir.(43/343)
- Zehebi de bu rivayetlere münker demiştir. (Siyer-7/41)
- Yakub ibni Şeybe şöyle demiştir; “Muhammed b. İshak eğer bilinen ravilerden hadis naklederse güvenilirdir, siyer konusunda kaale alınır, meçhul tek başına kalacağı bir rivayet söylerse, keçinin ayet yemesi gibi, hadisi batıldır. (Tarihu Bağdadi Hatib 1/277) demiştir. Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz.
Çünkü, Hz.Aişe(r.a.) zaten vahiy katipliği yapmamıştır. Kuran’ı toplayanlar, hafızlar ve baştaki vahiy katibi Hz.Zeyd idi, Hz.Aişe(r.a.) değil. Yani, Hz.Aişe'nin(r.a.) elindeki Kuran ayetinin yenmesiyle Kuran'dan çıkması mümkün değildir. Zannedilenin aksine, ehli sünnet alimleri hadis kaynaklarındaki hadis-i şerif rivayetleri değerlendirirken akıl süzgecini ve sahihlik, zayıflık durumlarını hiçbir zaman gözden kaçırmamıştır.
7. Recm Ayetinin Lafzının Nesh Edilmesinin Hikmeti Ne Olabilir:
Recmin ayet olarak inmediğini kabul eden alimlerce bu sorunun cevabı zaten malumdur. ‘Recmin ayet olarak lafzının nesh edilip hükmünün baki kaldığı’ kabulüne göre bu soruyu cevaplandırırsak, Kuran indirilirken recmle ilgili ayette indi. Recmin önemi ve ciddiyeti bu şekilde sahabelere gösterildikten sonra recm Kuran'dan lafız olarak Allah tarafından alındı. Hükmü ise baki kaldı. Zira, İslam'ı sonraki nesiller sahabelerden öğrendi. Biliyoruz ki, sahabeler din konusunda ve dinde olmayan hususlar konusunda canını ortaya koyacak kadar hassas idi. Sahabeler için recm ayetle değil sünnetle ortaya konulsa, Peygamberimizin (sav) vefatından sonra bu denli ciddi bir hüküm hakkında hadisi duymayan sahabeler "Ben böyle bir hadis duymadım " diyerek sahabeler arası itilafa sebep olabilirdi. Bu, o devirde yaşanan siyasi ihtilaflar gibi değil dini bir ihtilaf olacağından ve aslı olmasa ‘katillik’ hükmüne sebep olacağından ümmettin ciddi bir karışıklığa düşmesine sebep olurdu. Ancak, vahyin başında recm ayet olarak indiğinden böyle bir durum yaşanmadı. Dolayısıyla bu konuda içtihada açık kapı bırakılmamış oldu. Peygamberimizin vefatından sonra da Hz. Ali gibi sahabeler bu hükmü uygularken diğer sahabeler sükut ederek onay verdi.
Diğer bir hikmete gelirsek, kâinatta bir tekamül kanunu vardır. Tebliğde de bir metod vardır. Bir insana bir hakikati anlatacaksanız ama hakikate giden yolların mantığını o insanlarda oturtmadan her şeyi ayan beyan koyarsanız karşı taraf için bu durum ters tepebilir. Kuran’da şarabın haram kılınmasında da geçen süreçler toplumu, insanı hazırlama meselesinin hakikatini gözler önüne serer. Ancak, insanı bir hükme alıştırır ve mantığı kavratırsanız sonrasında gelecek hakikati de anlayabilir. Varsayalım ki, İslam'la ilk kez tanışan bir Alman, İngiliz Kuran'ı eline aldığında hayatının içerisinde normal görülen zina hakkında recmi görse belki bunu yanlış anlayacak ve İslamın özüne yanlış bir önyargı besleyecekti. Ancak, Kuran'da ceza türleri olarak ‘100 sopa vurulması, el kesme cezası, el ve ayakların çapraz kesilmesi’ vb. den bahsedilmiştir. Bu cezalar, hırsızlığa, devlete isyan eden günümüzdeki temsilcileriyle terörist başlarına, teröristlere verilecek ceza türleridir. İslam’ı bilmeyen bir kişi için de ‘bir teröriste el ve ayakların çapraz kesilmesi gibi ceza verilmesi, malı çalındıysa mantıklı diyebileceği müstehak görebileceği’ ceza çeşitleridir. Çünkü, sözde medeni hukuk, insan fıtratını tatmin edecek ceza verememektedir.
Kişi için Kuran’daki diğer cezalar ilk bakışta kişiye "hikmeti nedir" dedirtip araştırmaya sevk edebilecek türdendir ve o kişi İslam'daki ceza hükümlerinin niçin var olduğunu, amacının ne olduğunu, toplumun refahına nasıl katkı sağladığını, cezanın uygulanmasının şartlarının neler olduğunu öğrenip anlayabilecektir. İslam’daki ceza sisteminin mantığını içine sindirdikten sonra, recm meselesini duyduğunda "öyleyse bu da diğerleriyle aynı mantıkta olabilir" diyerek hakikati kavraması daha kolay olabilecektir. O yüzden recmin bizzat Kuran'da olmaması ama tevatür düzeyde hükmünün olması, kişilerin İslam'a tekamül yani aşamalı olarak bağlanabilmesi için bir hikmet olabilir. Nitekim, Allah’ın Kuran’da şarabı bir anda haram kılmayıp aşamalı haram kılması, tebliğde aşamalı yaklaşımın, insanı ya da toplumu önceden bir meseleye hazırlamanın, alt yapısını oluşturmanın önemini ortaya koyar. Bu mesele, dini henüz tam anlamıyla bilmeyen kişilere bir anda anlayışının üzerinde tebliğ oluşmaması için Allah'ın kullarına bir rahmeti olabilir diye düşünüyoruz. Bu hikmetler çoğaltılabilir. Elbette hikmetinin ne olduğu konusunda en doğrusunu Allah bilir.
Delillerle İslam

Yorumlar