'ESKİ İSLAM ALİMLERİ EVRİMİ SAVUNUYOR' İDDİALARI
BİR MÜSLÜMAN NİÇİN EVRİMCİ OLAMAZ - Yazı 5
Günümüzde, evrim teorisini kabul eden ve ilginç bir şekilde Kuran'da evrimi reddeden ayetlerin olmadığını iddia eden felsefeci, ilahiyatçı ve onların destekçileri, kendilerini masuma çıkarabilmek için eski İslam alimlerinin de kitaplarına atıfta bulunarak 'onlar da evrimci' demek istiyorlar.
İslam âlimlerinin, canlıların yaratılışı ve gelişmesiyle ilgili düşünceleri yanlış değerlendirilmektedir. Bu durum, bazı tabir ve terimlerin farklı anlaşılmasından kaynaklanır. Fakat, farklı değerlendirmeye sebep olan husus sadece bu değildir. Bilhassa evrimciler, İslam âlimlerinin bu konudaki görüşlerini istismar etmektedirler. Bu tip yanlış anlaşılmalara ve istismara mani olmak için, İslam âlimlerinin konuyla ilgili eserlerinden bazı bölümler vererek hakikati açıklamaya çalışacağız.
Bilindiği gibi evrim; "kademeli olarak gelişme ve değişme" demektir. Lügat manası böyle olmakla beraber, terim manası, bir türden bir başka türün veya bir varlıktan başka bir varlığın yavaş yavaş ve tesadüfen meydana gelmesidir. Bütün canlıların tek bir menşe (orijin)'den türeyip silsile halinde birbirinden tesadüfen geliştiğini savunan teori de "Evrim Teorisi"dir. Bu evrim felsefesinin dayandığı prensipleri dört kategoride toplamak mümkündür.
Bunlar:
1. Tedricilik (kademeli gelişme), yani, evrim hadiseleri uzun zaman içinde ve adım adım cereyan etmiştir.
2. Bir türden başka bir tür veya bir varlıktan başka bir varlık hâsıl olmuştur.
3. Günümüzdeki bütün varlıklar, tek bir hücrenin farklılaşmasıyla meydana gelmiştir. Yani tek hücreden omurgasız çok hücreliler, onlardan balık, balıktan kurbağa, kurbağadan sürüngen, sürüngenden kuş ve memeli ve neticede maymundan insan hâsıl olmuştur.
4. Bütün hadiseler, tesadüfen ve kendi kendine cereyan eder. (Bu madde için teist (Allah’a inanan) evrimciler tesadüf yerine Allah’ın evrimi yönlendirdiğini ifade eder.)
Konuyu irdelemeden önce birkaç noktayı belirtmekte fayda vardır:
Birincisi: İslam âlemindeki her âlimin şahsi görüş ve düşüncelerini, yorum ve içtihatlarını İslam adına kabul etmek doğru değildir. Bu sahada çalışanlar iki grupta mütalaa edilebilir: Birinci gruptakiler, İslami kaynaklardaki hükümlerin tefsir ve yorumunu yaparlar. Diğer grubu da felsefeciler teşkil ederler. "İslam âlimleri" deyince, daha ziyade birinci gruptakiler anlaşılmalıdır. Çünkü, felsefeciler başka kaynakların etkisinde de kalmış olabilmektedirler. Dolayısıyla İslam alimi ve felsefeciler arasındaki ayrımı iyi anlamak gerekir.
İkincisi: Esasen, geçmişteki Müslümanların evrim konusundaki değerlendirme ve düşüncelerini aktüel hale getiren evrimcilerdir. Yaratılışçılar bu konunun fenni sahada tartışılmasını istemektedirler. Fakat evrimciler, zaman zaman dinden de medet istemektedirler. Kendi Evrim Teorilerine İslam âlimlerinden de destek aramaktadırlar. Bu çabaları her şeyden önce iddialarını destekleyen ilmi delillerin yetersizliğinden kaynaklanır.
Üçüncüsü: Türlerin orijinini ve getirdikleri değişiklikleri mantıkla çözmek mümkün değildir. Bu hususta isabetli bir şey söyleyebilmek için ya deney ve tecrübeye dayanacaksınız ya da vahye. Bu konunun fiilen ele alındığı yüz elli yıldır, yapılan deney ve elde edilen tecrübeler, tatmin edici bir netice hâsıl etmemiştir. İnsanın topraktan yaratılışının dışında dini bir hüküm de yoktur. Dolayısıyla, yirminci asrın sağladığı her türlü teknoloji ve bilgi birikimine rağmen, türlerin menşei hakkında kesin bir şey söylenemezken, günümüzden asırlar öncesi yaşamış âlimlerin bu sahada fazla bilgi sahibi olması elbette mümkün değildir. Kaldı ki, çoğu zaman herhangi bir vahye veya deneye dayanmayan bir felsefecinin görüş veya düşüncesi bize ne dereceye kadar delil olacaktır? Bir başka ifadeyle, bize, evrimin felsefesi değil, delilleri lazımdır. Evrim, bir felsefecinin ne "var" demesiyle var olur, ne de "yok" demesiyle yok olur.
Dördüncüsü: Evrimcilerin iddialarına geçmişten delil aramalarına elbette kimsenin bir diyeceği olamaz. Ancak, geçmişteki bu mana ve mefhumların nasıl ifade edildiğine dikkat edilmesi gerekir. Şimdiye kadar yapıla geldiği gibi uydurma terimlerle mesele izaha kalkışılır, değişim ve başkalaşımı ifade eden her kelime yerine "evrim" kullanılırsa, belirli bir sonuca varmak elbette mümkün olmayacaktır. Zira, günümüzde evrimci propagandanın bir parçası olarak “değişim” ile ilgili olan, Evrim Teorisiyle ilgili olsun ya da olmasın, her bir tabir, husus, mesele ve izah “evrim” (evolve, evolution) kelimesi kullanılarak yapılmaktadır. Misal, bir canlının bünyesinde meydana gelen bir değişimi, bir bebeğin anne karnında geçirdiği evreler, çocuğun büyüyerek olgun hale gelmesi, teknolojinin gelişimi, bir fikrin değişimi gibi değişim ifadesi geçen cümlelerde bile “evrimleşti” (evolved) kelimesinin kullanıldığını görmekteyiz. Bu şekilde yapılarak “evrim” kelimesi ve dolayısıyla Evrim Teorisi hep insanların nazarlarına sunulmakta ve teori hep gündemde tutulmak istenmektedir. Dolayısıyla İslam dünyasına yönelik evrim görüş ve düşüncelerinin kritiği yapılırken, bilhassa bu konuda geçmişte kullanılmış Arapça ve Osmanlıca kelimelerin manası iyi anlaşılmalıdır. Nitekim, bu hassasiyetin yeterince gösterilemeyişinden dolayı, her sahada olduğu gibi, burada da kavram kargaşasına yol açılmıştır. Bu ifade ve terimleri tam yerinde kullanmayanlar, belki de farkında olmayarak bütün İslam âlimlerinde evrimci düşüncenin hâkim olduğu imajını uyandırmışlardır.
Bu hususta mefhum anarşisine, kavram kargaşasına mani olunması veya en azından asgariye indirilmesi, evrim terminolojisine gereken hassasiyetin gösterilmesiyle mümkündür.
EVRİM TERMİNOLOJİSİ:
Evrim konusunda aynı mana ve mefhumların aynı kelimenin farklı kimseler tarafından değişik manalarda kullanılması halinde, karşılıklı ithamların ötesinde bir sonuca varmak mümkün olmayacaktır.
Evrimin karşılığı olarak kullanılan ve fakat değişik mefhumları ifade eden kelimelerden bazıları şunlardır:
Tekâmül: Tekâmül kelimesi, evrimin manasını karşılamamaktadır. Çünkü, tekâmül bir canlının kendi iç bünyesindeki değişikliklerle belirli bir seviyeye ulaşması, kemale ermesidir. Mesela, elma çekirdeği tekâmül eder, fidan olur, daha sonra elma ağacı haline gelir. Tek hücreden ibaret olan zigot tekâmül ederek Allah'ın izniyle yetişkin bir insan olur. İşte bu sürecin adı tekâmüldür.
Biyolojide bir canlının embriyodan itibaren olgun hale gelinceye kadar geçirdiği safhalara "ontogeny" denir. Tekâmül bunun yerine kullanılmalıdır. Canlıların tek bir hücreden, ortak bir atadan birbirinden evrimleşerek günümüze kadar geçirdiği varsayılan ve ilmi tahkikle açıklanmaya çalışılan ve henüz varsayım ve bir kabul olmaktan ileriye gidemeyen safhalara da "filojeni" denir. Evrim de bunun karşılığı olarak alınmalıdır.
Bu manada kâinattaki bütün varlıklar tekâmül kanununa tabidir.Yani tekâmül, Evrimcilerin iddia ettiği, türden türe evrimleşme hadisesi değil, bir canlının doğumundan olgunlaşmasına kadar geçen sürede geçirdiği aşamaları ve süreci ifade eder. Bu manadaki tekâmül Kur’an’da da anlatılmakta, insanın bir spermden, anne karnında geçirdiği gelişim sürecinden bahsedilmektedir. Bu sürece kimsenin itirazı yoktur. Tekâmül vardır ve gözle görülür. Fakat diğer taraftan “evrim” tüm canlıların ortak bir atadan birbirlerinden evrimleşerek bugünkü canlıları oluşturma sürecini ifade ettiği için tekâmülden farklıdır. Dolayısıyla “TEKAMÜL EVRİM DEĞİLDİR”.
Tür İçi Varyasyonlar(Değişimler): Canlılar dünyasında, canlı organizmalarda meydana gelen küçük değişimleri (mikro mutasyonları) ifade eder. Bu değişimler tür içi değişimlerdir. Misal, böceklerin tarım ilaçlarına karşı direnç kazanması, organizmaların antibiyotik direnç kazanması, bir tavuğun zamanla hacim olarak büyümesi veya küçülmesi, eski insanların iri yapılı olması gibi değişimler tür içi değişimlerdir ve bu değişimler bir canlı türünden yeni bir türün oluşumunu netice vermezler. Fakat evrimciler bu süreci tanımlarken de “evrim” terimini kullanırlar ve buna “Mikro Evrim” derler. Bunun yanında, Mikro Evrim (tür içi değişimler), Evrim Teorisi’ni kabul etmeyen birçok düşünürün ve İslam öğretilerinin de itiraz etmediği bir olgudur. Nitekim Kuran’da, Nuh’tan sonraki insanların bedenen daha gelişmiş olduğu geçmektedir. (Araf Suresi 69) Bu da insan türünün ilk çiftten sonra kendi insan yapısı içerisinde sınırlı da olsa bir değişim geçirdiğini gösterir. Fakat Evrim Teorisi’nin asıl olan iddiası bu değişimlerin bir türden başka bir türü oluşturması ile ilgilidir. Bildiğimiz manadaki Evrim Teorisi’nin bu iddiasının adı da “Makro Evrimdir.” Fakat evrimciler kendi iddia ettikleri evrim felsefelerine yönelik yeterli delil bulamadıkları için tür içi değişimleri gösterip (Mikro Evrim), bu değişimleri türler arası evrimleşmeye (Makro Evrim) delil olarak sunarlar.
*İlk iki maddeyi kısaca özetlersek: Tekamül ve tür içi değişimleri ifade etmek için kullanılan “evrim ve mikro evrim” kavramları ve gösterilen deliller bildiğimiz Evrim Teorisi’nde bahsedilen “evrim” hadisesi değildir. Bildiğimiz Evrim Teorisi’ni karşılayan terimler “filojeni veya makro evrim” terimleridir ve türlerin birbirlerinden evrimleştiklerini iddia eder.
İstihale: Evrim meselesinin münakaşa sahasına geçmesinden sonra bu polemiğe temas eden İslam âlimleri, istihale kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir. Daha önceki âlimler de bu kelimeyi kullanmışlarsa da onların bu kelimeye yükledikleri mefhum ile evrim kelimesinin ifade ettiği mana arasında hiçbir irtibat yoktur. Esasen, evrim yeni bir mefhum olduğu için Arapça’da tam oturmuş bir karşılığı yoktur. Bu sahadaki bazı otoriteler, evrimin tam karşılığı olarak "tatavvur" kelimesinin kullanılabileceğini ileri sürerler. Nitekim Arapça lügat "el-Müncid"in Darwin maddesinde bu teori, "Tatavvur teorisi" olarak adlandırılmıştır.
Netice olarak şu kesinlikle söylenebilir ki, tekâmül ve istihale kelimeleri, evrim mefhumunu karşılamaktan çok uzaktırlar. Bu ıstılahların tam oturmamış olmasını, Evrim Teorisinin yeniliğinden başka, teoriye yapılan tali ilavelerle kazandığı farklı manada aramak gerekir.
Tahavvül: Bu konuda yanlış değerlendirmelere sebep olan kelimelerden biri de tahavvüldür. Bunun ifade ettiği mana da "evrim" kelimesiyle karşılanmaya çalışılmaktadır. Tahavvül kelimesinin yerine de "evrim"in kullanılması mümkün değildir. Çünkü, tahavvülle izah edilmeye çalışılan, “atom veya moleküllerin bir mertebeden başka bir mertebeye geçişidir.”
Buraya kadar yapılan açıklamaların ışığında, bu husustaki görüşleri en çok istismar edilen İslam âlimlerinin evrimi değerlendirişlerini görelim. Düşünceleri farklı kimseler tarafından değişik şekillerde yorumlananların başında şüphesiz İbrahim Hakkı Hazretleri gelir.
İbrahim Hakkı Marifetnamesi'nde meseleyi şöyle nakleder:
"Allah'ın emriyle felekler ve yıldızlar hareket edip dört unsur, (ateş, hava, su ve toprak) birbirlerine karışır ve birleşir. Bu karışım ve birleşmeden önce madenler meydana gelir. Bundan da bitkiler, maden ve bitkilerin birleşmesinden de hayvanlar meydana gelir ve hayvan soyu kemalini, en uygun şeklini bulunca insan hâsıl olur." (Hakkı, İ.,Marifetname, s.29).
İbrahim Hakkı Hazretleri burada tahavvülat-ı zerrat'tan (atom ve moleküllerin hal değiştirmesinden) bahsetmekte, bu elementlerin kademe kademe hangi mertebelerden geçerek insan vücudunda yer aldığına işaret etmektedir. Allahın yarattığı varlıklarda kademe kademe kemal dereceleri vardır. Bunların en alt seviyesinde “câmidat” vardır. Yani, cansız maddeler, hava, su, toprak gibi. Bir üst mertebede “nebatat” yani bitkiler vardır. Nebatatın üstünde “hayvanat” yani hayvanlar ve en üst kemal mertebesi de “insan” mertebesidir. Allah’ın tabiatta cereyan ettirdiği akış, değişim en alt mertebeden üste doğru çıkar, bazen de bu akış bir mertebede durur. Toprak, hava, su ve ısı ile bir tohum, bitkiye dönüşür. Menşei toprak olan bitkilerdeki zerreler, bir hayvanın bitkiyi yemesiyle hayvanın bünyesine intikal eder. İnsanın da hayvanı yemesiyle cansızlıktan yolculuğa çıkmış olan zerreler, en kemal (mükemmel) olan insanın bünyesine yerleşerek en üst mertebeye ulaşmış olur. Evet, İbrahim Hakkı Hazretleri de yukarıda belirtilen ifadelerinden bir kaç paragraf sonra meseleyi iyice açıklığa kavuşturmakta ve şöyle demektedir:
"O akıcı vücut, bitki âlemine girerken bazı afetler, hastalıklar ona saldırır ve bu yüzden bitki olmaz. Yahut bitki olurken kemale gelmeden, olgunlaşmadan evvel bozulur. Bitkilik vasfını kaybeder ve hayvanlara yem olmaktan çıkar. Yahut hayvana yem olacak duruma gelir. Fakat yenmeden evvel yok olur gider ve bu yolda, bu suretle nice yıllar gecikir. Bazen de bir hayvan, insanın yemesine elverişli bir duruma gelmişken yenmeden evvel bozulur ve bu yüzden hayvanı insan mertebesine naklettirmeye, dönüşmeye engel olur. Bazen de bozulmadan insan mertebesine naklolur." (a.g.e., s. 30).
Bu ifade hiçbir yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır. Burada nazara verilmek istenen husus; elementlerin tahavvülatla (hal değiştirme) bir mertebeden diğerine geçtiğidir. Topraktan bitki vasıtasıyla alınan faraza bir sodyum atomu, çiçekte canlılık kazanmakta, koyunda daha hareketli bir hale geçmekte, insan bünyesine gelince en yüksek mertebeye ulaşmış olmaktadır. Günümüzde ilim ve fennin tespit ettiği de bunun haricinde bir şey değildir. Vücudumuzda görev yapan atom ve moleküller, bitki ve hayvani gıdalardan aldığımız elementlerdir. Aslında toprakta bulunan elementlerden doğrudan istifade edemediğimiz için bitki ve hayvanlar devreye girmektedir. İslam âlimleri bu geçişi, zerrelerin yolculuğunu, cansız zerrelerin Allah’ın Ahsen-i takvim olarak yani en mükemmel surette yarattığını ifade buyurduğu insanı ve insanlık mertebesine ulaşma sürecini akıl ve tasavvufi bir zevk ile tasvir etmektedirler.
İbrahim Hakkı, canlıların yapı benzerliklerine göre sınıflandırıldığına da dikkati çekmektedir. Bu noktada insanlar ve maymunların benzerliklerini de ifade etmiştir. Fakat ifade ettiği mesele bir sınıflamadır. Bunun adı, canlıların dış görünüşleri nazara alınıp yapılan bir taksonomidir. Canlıların hikmetle yaratıldığına, bunlar arasında yapı benzerliklerinin bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Darwin'in, "tabii seleksiyonla canlıların evrimleşerek basit bir türden yüksek yapılı organizmaların teşekkül ettiği" görüşüyle yukarıdaki ifadeler, birbirleriyle iltibas edilmeyecek kadar açıktır.
Bütün bunlara rağmen, İbrahim Hakkı’nın belirtmeye çalıştığı görüşlerde yanlış anlaşılma söz konusu ise, mesuliyet yine O'na ait değildir. Çünkü İbrahim Hakkı eserinin çoğu yerinde başkalarının görüşlerini nakleder. Nitekim bu konuya da (canlıların benzerliklerine yönelik yapılan sınıflandırma meselesinde); "Ey aziz, hikmet ehli demişlerdir ki..." sözüyle başlamış, başka bir düşünüre atıfta bulunmuş ve böylece bu hususla alakalı mesuliyeti onlara yüklemiştir. İşin aslı da odur. Çünkü bunlar ayet ve hadislerden değil, hikmet ehlinden nakillerdir, alıntılardır. Bu meselede İbrahim Hakkı’nın Evrimcilerin iddia ettiği şekliyle bir mantık yürütmediğini diğer ifadelerinden anlayabiliriz. Zira İbrahim Hakkı Hazretleri “ilk insanın yaratılışıyla” alakalı olarak şu ifadeyi kullanmıştır:
"Cinlerin yaratılışından 20.000 yıl sonra Cenab-ı Hak, Hz. Âdem (as)'i yaratmak isteyince Azrail (as)'i yeryüzüne gönderip ona, yedi iklimden toprak aldırmış ve sonra Cebrail (as)'i gönderip o kuru toprağı yoğurtup hamur haline getirtmiş ve kırk gün o şekilde bekletmiştir. Sonra Cenab-ı Hak bu hamura, Numan vadisinde, en güzel şekilde suret vermiş ve kendi ruhundan başına üfürerek diriltmiş ve melekleri ona secde ettirip, yeryüzünde evlatlarına peygamber yapmıştır." (a.g.e., s. 18).
Şimdi bu fikirleri, dile getiren bir âlimi, insanın maymundan evrimleştiğini savunan bir kimse olarak takdim etmek, İbrahim Hakkı'yı kendi adına konuşturmak olur ki, bu da en azından tarafsız ilim ahlakıyla bağdaşmaz.
O'nun, bütün canlıların en uygun tarzda yaratıldığını belirten şu ifadesi de oldukça dikkat çekicidir:
"Cenab-ı Hak, her şeyi münasip, yerli yerinde ve güzel bir ortamda yaratmıştır. Her canlıya yaraşan ve yarayan ve her organın durumuna uygun olan mizacı, tabii bir yapıyı ona vermiştir. Ve bütün âlemde olan mizaçların en uygununu ve en mükemmelini insana ihsan etmiştir. Her organa en uygun ve yararlı mizacı, tabiatı, yapıyı vermiştir." (a.g.e., s. 164).
Bu ifadeleri kullanan birisinin evrimci olması mümkün değildir. Esasen insanoğlunun ilk yaratılışına izah araması tabii bir ihtiyaçtır. Dolayısıyla İslam âlimleri de müşahedeye uygun yorum getirmişlerdir. Geçmişteki ilim, günümüzdekinden farklı bir yoruma imkân vermiş de olabilir. Bu bakımdan yaratılış meselesine izah getirmeye yönelik yeni ilmi buluşlara, eski düşüncenin hükümleriyle karşı çıkmanın makul bir izahı yoktur.
Son devrin Diyanet işleri başkanlarından A. Hamdi Akseki de evrim meselesini şöyle değerlendirir:
"...Ahadis (hadisler) ve asar (selef alimlerinin sözleri) ile Ayat-ı Kerime'nin hey'et-i umumiyesinden bilistidlal Hz. Âdem'in ilk insan ve ilk peygamber olduğuna ve topraktan yaratıldığına itikad ediyoruz. Cumhur-u müsliminin ve Ehl-i sünnetin mezhebi budur." (İslam-Türk Ansiklopedisi Mecmuası, No. 87, s. 2, 1947)
Bu konudaki görüşü istismar edilenlerden birisi de Merhum Hamdi Yazır'dır. Aslında O'nun bu konuyu değerlendirişi, hiçbir yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır. Şu ifadeleri meseleyi gayet güzel açıklar:
"Bütün hayvan vücutları mükemmel bir tasnif ile tertip edildiği zaman görünüyor ki, aralarında noksanlıktan kemale doğru, yani, basitten mürekkebe giden bir derecelenme vardır. Bununla beraber her bir cinsin diğer cinsten hasıl olduğuna dair bir tecrübeye, bir şahide de rastlamıyoruz. İnsan insandan doğuyor, aslan aslandan, at attan, maymun maymundan, köpek köpekten vs. Böyle olmakla beraber, bu tecrübeye rağmen, aynı menşeden, yani topraktan gelmeye dayanılarak burada da bir mantık yapılıyor. Hayvan cinslerinin birbirine benzemesini, istihale veya tekamülle basitten yüksek yapılının hasıl olduğuna bağlıyorlar. Bu suretle bir gün gelmiş ki, hayvanın biri ve mesela bir takdire göre maymunun biri veya birkaçı, insan doğuruvermiş ve insanlar bunlardan türemiş. Biz daima göğsümüzü gere gere ve ilmi yoldan hiç ayrılmayarak deriz ki, aynı menşeden gelme davası doğrudur. Evvela bütün hayvanat için bu menşein aslı maddedir, basit unsurlar ve elementlerdir. Bir başka ifade ile topraktır. Bu maddeden hayatın meydana gelebilmesi ise, ilim, irade, kuvvet, kudret sahibi harici bir sebebe bağlıdır ki, o basit şeyden canlı hasıl olabilsin. Çünkü, noksandan, kendi kendine bir kamil hasıl olamaz. Mesela bir okkalık siklet (ağırlık) iki okkalık sıkleti sürükleyemez. Çıktığı, sürüklediği farz edilse, bir şeyin yok iken sebepsiz, illetsiz meydana geldiğini kabul etmek lazım gelir. O zaman akıl, ilim ve fen yoktur."
"...Aralarında mertebe yakınlığı bulunan hayvan cinslerini, tecrübenin aksine olarak, birbirinden istihale ettirmek veya doğurtmak ne tabiidir, ne de zaruridir... 'Kurbağalar balıktan doğmuş.' demek için, görülmüş bir misale ihtiyaç vardır. Gözlenmiş bir numune olmadığı ve mantıki bir zaruret de bulunmadığı halde böyle bir hüküm, elbette fenni ve felsefi bir hüküm değildir."
"Bunun hangisinin hangisinden doğduğunu mantık bildiremez. Bunu ya müşahede (gözlem) ya tecrübe veya vahiy bildirir. Halbuki şimdiye kadar balıktan kurbağa, maymundan insan doğduğu asla görülmemiştir. Ve bu iddia tecrübe mahsulü olan Pastör nazariyesine de tamamen muhaliftir... Vahiy ise bize, '...Siz insansınız. İnsan olunuz, kardeş olunuz, hepiniz bir babanın evladısınız...' diyor... Bütün bunlardan yakini olarak bildiğimiz bir şey varsa, o da ilk insanın arzın sinesinde doğmuş olmasıdır." (Yazır, Hak Dini, 1/329-330).
İslam'ın bu konuya bakışını şu cümleler ne güzel dile getirmektedir:
"Âlemde görünen şu nakışlar, şu cilveler bütün isimleri kudsiyye ve cemile olan Celal sahibi Cemil bir Zatın tazelenen sanatlarıdır, tahavvül eden nakışlarıdır. Hikmetle değişen mühürleridir..."
"Meyveler, güzel tad, koku ve şekilleriyle iştahımızı açıp, kendilerini müşterilerine feda ediyorlar. Ta ki, nebati(bitkisel) hayat mertebesinden hayvani hayat mertebesine terakki etsinler (yükselsinler)"
Görüldüğü gibi, İslam âlimlerinin bu konudaki görüşleri tahavvülat-ı zerreye (elementlerin hal değiştirmesine) dayanmakta, topraktan canlılar tarafından alınan elementlerin, onların bünyelerinde kazandığı mertebelere dikkat çekilmektedir.
El-Cahız, İhsan-üs-Safa, İbn-i Miskeveyh, Nizam-i Aruzi Semerkandi, Nasır-ı Tusi, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Muhammed Kazvini, İbn-i Haldun, Kınalızade Ali Efendi, Abdü'l-Kadir-i Bidil gibi İslam âlimleri ve felsefeciler, bu konuyla alakalı olarak, ufak tefek ifade farklılıklarının ötesinde, esasta aynı manaları tekrar ettikleri için, yazıyı daha fazla uzatmamak adına onların görüşlerine yer vermeye gerek görmedik.
Bu noktada, evrimi reddetmenin Allah’ı ve Kur’an’ı inkar etmek manasına gelebileceğini ima edebilecek kadar ileri giden evrimci Sinan Canan, Bediüzzaman Said Nursi’nin bir kısım cümlelerini evrim lehine yorumlayarak büyük bir İslam âliminden de delil desteği sağlamak istemiştir. Sinan Canan kendi internet sitesinde şu ifadeleri kullanır: “Türkiye’de evrim karşıtı argümanlara sıklıkla kaynak gösterilen Said-i Nursi’nin “Tabiat Risalesi” adlı kitapçığı, hemen tamamen “tesadüf ve kuralsız maddeci açıklamaya karşı” argümanlardan oluşur. Canlıların yaratılış yöntemlerine dair herhangi bir şey göremezsiniz. Hatta “şecere-i hilkat’in en mütekamil meyvesi olan insan-ı kamil” (yaratılış ağacının en olgun meyvesi olan olgun insan) sözü de ona aittir ve bizzat insanı yaratılış ağacının bir meyvesi olarak niteleyerek, evrim görüşünün en temel sonucunu tekrar eder.”
Sinan Canan’ın bu yorumu ya eksik bilgiden ya da Said Nursi’nin eserlerinde Evrim Teorisi lehine kullanılabilecek bir ifadenin cımbızla seçilip alınmasından kaynaklanmaktadır. Zira Sinan Canan, Said Nursi’den alıntı yaptığı ifadeyle, Said Nursi’nin Tabiat Risalesi’nin ateistik Evrim Teorisi’ne karşı yazıldığını, aslında Nursi’nin Evrim Teorisi ile bir problemi olmadığını bizlere anlatmak istemiştir. Oysa Said Nursi esrinde şöyle der:
Ve keza ilmü’l-hayvanat(hayvan ilmi) ve ilmü’n-nebatatta(bitki ilmi) ispat edildiği gibi, envâın (türlerin) sayısı ikiyüzbine bâliğdir(yakındır). Bu neviler(türler) için birer “âdem” ve birer evvel(ilk)-baba lâzımdır. Bu evvel-babaların ve âdemlerin daire-i vücubda (ilahlık dairesinde) olmayıp ancak mümkinattan (yaratılmış) olduklarına nazaran, behemehal (mutlaka) vasıtasız(sebep-sonuç ilişkisinden, tabiat kanunlarından muaf bir şekilde), kudret-i İlâhiyeden(Allah’ın kudreti) vücuda geldikleri zarurîdir. Çünkü bu nevilerin teselsülü (zincirleme geçmiş sonsuza gitmesi), yani sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır. Ve bazı nevilerin(türlerin) başka nevilerden (türlerden) husule gelmeleri(oluşmaları) tevehhümü(anlayışı) de bâtıldır. Çünkü, iki neviden doğan nevi, alelekser(çoğunlukla) ya akîmdir(neticesizdir) veya nesli inkıtaa uğrar(kesilir), tenasül(üreme) ile bir silsilenin başı olamaz.
Hülâsa(özetle): Beşeriyet(insanlar) ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei(kaynağı), en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir. (İşarat-ülİ’caz, sf.156, Bakara 21. Ayetin Tefsiri)
Evet, Said Nursi bu ifadelerle açıkça her türün kendi bir babası olması gerektiğini, bunu da insanların ilki olan Hz. Adem ile insan türü arasında yaptığı benzetimle örneklediği, tüm türlerin kendi atalarının birbirlerinden bağımsız olarak yaratılmasının zorunlu olduğunu ve türlerin birbirinden evrimleşmesi anlayışının batıl olduğunu açıkça ifade etmiş, tüm türlerin kendi (türlerinin) atalarından geldiği gibi, yine kendi sonları da kendi türleri ile noktalanacağını ifade etmiştir. Yine Said Nursi Mesnevi-i Nuriye (sf.253) isimli eserinde de türlerin birbirlerinden bağımsız olarak yaratılmasının zorunluluğunu ve türlerin birbirine dönüşmesi iddiasının imkansızlığını akli delillerle izah etmektedir.
Esasen İslam âlimlerinin evrim diye bir problemi yoktur. Çünkü onlar, alfabenin 29 harfini bilen ve bununla istediği kelimeyi yazabilen birisinin, "balık" yazdıktan sonra, "kurbağa" yazmak için muhakkak "balık" kelimesindeki harfleri kullanmasının gerekli olmadığını çok iyi bilirler. Dolayısıyla balığı yaratan bir kudretin, kurbağayı da maymunu da insanı da ayrı ayrı yaratabileceğini düşünürler. Ve onlar;
Bilimin, Felsefenin ve İslam'ın delilleriyle evrim teorisine cevapların verildiği 'Bir Müslüman Niçin Evrimci Olamaz' yazı serisini takip etmek için aşağıdaki bağlantısını verdiğimiz sayfamızı takip edebilirsiniz:
Bilim, Felsefe ve Din
BİR MÜSLÜMAN NİÇİN EVRİMCİ OLAMAZ - Yazı 5
Günümüzde, evrim teorisini kabul eden ve ilginç bir şekilde Kuran'da evrimi reddeden ayetlerin olmadığını iddia eden felsefeci, ilahiyatçı ve onların destekçileri, kendilerini masuma çıkarabilmek için eski İslam alimlerinin de kitaplarına atıfta bulunarak 'onlar da evrimci' demek istiyorlar.
İslam âlimlerinin, canlıların yaratılışı ve gelişmesiyle ilgili düşünceleri yanlış değerlendirilmektedir. Bu durum, bazı tabir ve terimlerin farklı anlaşılmasından kaynaklanır. Fakat, farklı değerlendirmeye sebep olan husus sadece bu değildir. Bilhassa evrimciler, İslam âlimlerinin bu konudaki görüşlerini istismar etmektedirler. Bu tip yanlış anlaşılmalara ve istismara mani olmak için, İslam âlimlerinin konuyla ilgili eserlerinden bazı bölümler vererek hakikati açıklamaya çalışacağız.
Bilindiği gibi evrim; "kademeli olarak gelişme ve değişme" demektir. Lügat manası böyle olmakla beraber, terim manası, bir türden bir başka türün veya bir varlıktan başka bir varlığın yavaş yavaş ve tesadüfen meydana gelmesidir. Bütün canlıların tek bir menşe (orijin)'den türeyip silsile halinde birbirinden tesadüfen geliştiğini savunan teori de "Evrim Teorisi"dir. Bu evrim felsefesinin dayandığı prensipleri dört kategoride toplamak mümkündür.
Bunlar:
1. Tedricilik (kademeli gelişme), yani, evrim hadiseleri uzun zaman içinde ve adım adım cereyan etmiştir.
2. Bir türden başka bir tür veya bir varlıktan başka bir varlık hâsıl olmuştur.
3. Günümüzdeki bütün varlıklar, tek bir hücrenin farklılaşmasıyla meydana gelmiştir. Yani tek hücreden omurgasız çok hücreliler, onlardan balık, balıktan kurbağa, kurbağadan sürüngen, sürüngenden kuş ve memeli ve neticede maymundan insan hâsıl olmuştur.
4. Bütün hadiseler, tesadüfen ve kendi kendine cereyan eder. (Bu madde için teist (Allah’a inanan) evrimciler tesadüf yerine Allah’ın evrimi yönlendirdiğini ifade eder.)
Konuyu irdelemeden önce birkaç noktayı belirtmekte fayda vardır:
Birincisi: İslam âlemindeki her âlimin şahsi görüş ve düşüncelerini, yorum ve içtihatlarını İslam adına kabul etmek doğru değildir. Bu sahada çalışanlar iki grupta mütalaa edilebilir: Birinci gruptakiler, İslami kaynaklardaki hükümlerin tefsir ve yorumunu yaparlar. Diğer grubu da felsefeciler teşkil ederler. "İslam âlimleri" deyince, daha ziyade birinci gruptakiler anlaşılmalıdır. Çünkü, felsefeciler başka kaynakların etkisinde de kalmış olabilmektedirler. Dolayısıyla İslam alimi ve felsefeciler arasındaki ayrımı iyi anlamak gerekir.
İkincisi: Esasen, geçmişteki Müslümanların evrim konusundaki değerlendirme ve düşüncelerini aktüel hale getiren evrimcilerdir. Yaratılışçılar bu konunun fenni sahada tartışılmasını istemektedirler. Fakat evrimciler, zaman zaman dinden de medet istemektedirler. Kendi Evrim Teorilerine İslam âlimlerinden de destek aramaktadırlar. Bu çabaları her şeyden önce iddialarını destekleyen ilmi delillerin yetersizliğinden kaynaklanır.
Üçüncüsü: Türlerin orijinini ve getirdikleri değişiklikleri mantıkla çözmek mümkün değildir. Bu hususta isabetli bir şey söyleyebilmek için ya deney ve tecrübeye dayanacaksınız ya da vahye. Bu konunun fiilen ele alındığı yüz elli yıldır, yapılan deney ve elde edilen tecrübeler, tatmin edici bir netice hâsıl etmemiştir. İnsanın topraktan yaratılışının dışında dini bir hüküm de yoktur. Dolayısıyla, yirminci asrın sağladığı her türlü teknoloji ve bilgi birikimine rağmen, türlerin menşei hakkında kesin bir şey söylenemezken, günümüzden asırlar öncesi yaşamış âlimlerin bu sahada fazla bilgi sahibi olması elbette mümkün değildir. Kaldı ki, çoğu zaman herhangi bir vahye veya deneye dayanmayan bir felsefecinin görüş veya düşüncesi bize ne dereceye kadar delil olacaktır? Bir başka ifadeyle, bize, evrimin felsefesi değil, delilleri lazımdır. Evrim, bir felsefecinin ne "var" demesiyle var olur, ne de "yok" demesiyle yok olur.
Dördüncüsü: Evrimcilerin iddialarına geçmişten delil aramalarına elbette kimsenin bir diyeceği olamaz. Ancak, geçmişteki bu mana ve mefhumların nasıl ifade edildiğine dikkat edilmesi gerekir. Şimdiye kadar yapıla geldiği gibi uydurma terimlerle mesele izaha kalkışılır, değişim ve başkalaşımı ifade eden her kelime yerine "evrim" kullanılırsa, belirli bir sonuca varmak elbette mümkün olmayacaktır. Zira, günümüzde evrimci propagandanın bir parçası olarak “değişim” ile ilgili olan, Evrim Teorisiyle ilgili olsun ya da olmasın, her bir tabir, husus, mesele ve izah “evrim” (evolve, evolution) kelimesi kullanılarak yapılmaktadır. Misal, bir canlının bünyesinde meydana gelen bir değişimi, bir bebeğin anne karnında geçirdiği evreler, çocuğun büyüyerek olgun hale gelmesi, teknolojinin gelişimi, bir fikrin değişimi gibi değişim ifadesi geçen cümlelerde bile “evrimleşti” (evolved) kelimesinin kullanıldığını görmekteyiz. Bu şekilde yapılarak “evrim” kelimesi ve dolayısıyla Evrim Teorisi hep insanların nazarlarına sunulmakta ve teori hep gündemde tutulmak istenmektedir. Dolayısıyla İslam dünyasına yönelik evrim görüş ve düşüncelerinin kritiği yapılırken, bilhassa bu konuda geçmişte kullanılmış Arapça ve Osmanlıca kelimelerin manası iyi anlaşılmalıdır. Nitekim, bu hassasiyetin yeterince gösterilemeyişinden dolayı, her sahada olduğu gibi, burada da kavram kargaşasına yol açılmıştır. Bu ifade ve terimleri tam yerinde kullanmayanlar, belki de farkında olmayarak bütün İslam âlimlerinde evrimci düşüncenin hâkim olduğu imajını uyandırmışlardır.
Bu hususta mefhum anarşisine, kavram kargaşasına mani olunması veya en azından asgariye indirilmesi, evrim terminolojisine gereken hassasiyetin gösterilmesiyle mümkündür.
EVRİM TERMİNOLOJİSİ:
Evrim konusunda aynı mana ve mefhumların aynı kelimenin farklı kimseler tarafından değişik manalarda kullanılması halinde, karşılıklı ithamların ötesinde bir sonuca varmak mümkün olmayacaktır.
Evrimin karşılığı olarak kullanılan ve fakat değişik mefhumları ifade eden kelimelerden bazıları şunlardır:
Tekâmül: Tekâmül kelimesi, evrimin manasını karşılamamaktadır. Çünkü, tekâmül bir canlının kendi iç bünyesindeki değişikliklerle belirli bir seviyeye ulaşması, kemale ermesidir. Mesela, elma çekirdeği tekâmül eder, fidan olur, daha sonra elma ağacı haline gelir. Tek hücreden ibaret olan zigot tekâmül ederek Allah'ın izniyle yetişkin bir insan olur. İşte bu sürecin adı tekâmüldür.
Biyolojide bir canlının embriyodan itibaren olgun hale gelinceye kadar geçirdiği safhalara "ontogeny" denir. Tekâmül bunun yerine kullanılmalıdır. Canlıların tek bir hücreden, ortak bir atadan birbirinden evrimleşerek günümüze kadar geçirdiği varsayılan ve ilmi tahkikle açıklanmaya çalışılan ve henüz varsayım ve bir kabul olmaktan ileriye gidemeyen safhalara da "filojeni" denir. Evrim de bunun karşılığı olarak alınmalıdır.
Bu manada kâinattaki bütün varlıklar tekâmül kanununa tabidir.Yani tekâmül, Evrimcilerin iddia ettiği, türden türe evrimleşme hadisesi değil, bir canlının doğumundan olgunlaşmasına kadar geçen sürede geçirdiği aşamaları ve süreci ifade eder. Bu manadaki tekâmül Kur’an’da da anlatılmakta, insanın bir spermden, anne karnında geçirdiği gelişim sürecinden bahsedilmektedir. Bu sürece kimsenin itirazı yoktur. Tekâmül vardır ve gözle görülür. Fakat diğer taraftan “evrim” tüm canlıların ortak bir atadan birbirlerinden evrimleşerek bugünkü canlıları oluşturma sürecini ifade ettiği için tekâmülden farklıdır. Dolayısıyla “TEKAMÜL EVRİM DEĞİLDİR”.
Tür İçi Varyasyonlar(Değişimler): Canlılar dünyasında, canlı organizmalarda meydana gelen küçük değişimleri (mikro mutasyonları) ifade eder. Bu değişimler tür içi değişimlerdir. Misal, böceklerin tarım ilaçlarına karşı direnç kazanması, organizmaların antibiyotik direnç kazanması, bir tavuğun zamanla hacim olarak büyümesi veya küçülmesi, eski insanların iri yapılı olması gibi değişimler tür içi değişimlerdir ve bu değişimler bir canlı türünden yeni bir türün oluşumunu netice vermezler. Fakat evrimciler bu süreci tanımlarken de “evrim” terimini kullanırlar ve buna “Mikro Evrim” derler. Bunun yanında, Mikro Evrim (tür içi değişimler), Evrim Teorisi’ni kabul etmeyen birçok düşünürün ve İslam öğretilerinin de itiraz etmediği bir olgudur. Nitekim Kuran’da, Nuh’tan sonraki insanların bedenen daha gelişmiş olduğu geçmektedir. (Araf Suresi 69) Bu da insan türünün ilk çiftten sonra kendi insan yapısı içerisinde sınırlı da olsa bir değişim geçirdiğini gösterir. Fakat Evrim Teorisi’nin asıl olan iddiası bu değişimlerin bir türden başka bir türü oluşturması ile ilgilidir. Bildiğimiz manadaki Evrim Teorisi’nin bu iddiasının adı da “Makro Evrimdir.” Fakat evrimciler kendi iddia ettikleri evrim felsefelerine yönelik yeterli delil bulamadıkları için tür içi değişimleri gösterip (Mikro Evrim), bu değişimleri türler arası evrimleşmeye (Makro Evrim) delil olarak sunarlar.
*İlk iki maddeyi kısaca özetlersek: Tekamül ve tür içi değişimleri ifade etmek için kullanılan “evrim ve mikro evrim” kavramları ve gösterilen deliller bildiğimiz Evrim Teorisi’nde bahsedilen “evrim” hadisesi değildir. Bildiğimiz Evrim Teorisi’ni karşılayan terimler “filojeni veya makro evrim” terimleridir ve türlerin birbirlerinden evrimleştiklerini iddia eder.
İstihale: Evrim meselesinin münakaşa sahasına geçmesinden sonra bu polemiğe temas eden İslam âlimleri, istihale kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir. Daha önceki âlimler de bu kelimeyi kullanmışlarsa da onların bu kelimeye yükledikleri mefhum ile evrim kelimesinin ifade ettiği mana arasında hiçbir irtibat yoktur. Esasen, evrim yeni bir mefhum olduğu için Arapça’da tam oturmuş bir karşılığı yoktur. Bu sahadaki bazı otoriteler, evrimin tam karşılığı olarak "tatavvur" kelimesinin kullanılabileceğini ileri sürerler. Nitekim Arapça lügat "el-Müncid"in Darwin maddesinde bu teori, "Tatavvur teorisi" olarak adlandırılmıştır.
Netice olarak şu kesinlikle söylenebilir ki, tekâmül ve istihale kelimeleri, evrim mefhumunu karşılamaktan çok uzaktırlar. Bu ıstılahların tam oturmamış olmasını, Evrim Teorisinin yeniliğinden başka, teoriye yapılan tali ilavelerle kazandığı farklı manada aramak gerekir.
Tahavvül: Bu konuda yanlış değerlendirmelere sebep olan kelimelerden biri de tahavvüldür. Bunun ifade ettiği mana da "evrim" kelimesiyle karşılanmaya çalışılmaktadır. Tahavvül kelimesinin yerine de "evrim"in kullanılması mümkün değildir. Çünkü, tahavvülle izah edilmeye çalışılan, “atom veya moleküllerin bir mertebeden başka bir mertebeye geçişidir.”
Buraya kadar yapılan açıklamaların ışığında, bu husustaki görüşleri en çok istismar edilen İslam âlimlerinin evrimi değerlendirişlerini görelim. Düşünceleri farklı kimseler tarafından değişik şekillerde yorumlananların başında şüphesiz İbrahim Hakkı Hazretleri gelir.
İbrahim Hakkı Marifetnamesi'nde meseleyi şöyle nakleder:
"Allah'ın emriyle felekler ve yıldızlar hareket edip dört unsur, (ateş, hava, su ve toprak) birbirlerine karışır ve birleşir. Bu karışım ve birleşmeden önce madenler meydana gelir. Bundan da bitkiler, maden ve bitkilerin birleşmesinden de hayvanlar meydana gelir ve hayvan soyu kemalini, en uygun şeklini bulunca insan hâsıl olur." (Hakkı, İ.,Marifetname, s.29).
İbrahim Hakkı Hazretleri burada tahavvülat-ı zerrat'tan (atom ve moleküllerin hal değiştirmesinden) bahsetmekte, bu elementlerin kademe kademe hangi mertebelerden geçerek insan vücudunda yer aldığına işaret etmektedir. Allahın yarattığı varlıklarda kademe kademe kemal dereceleri vardır. Bunların en alt seviyesinde “câmidat” vardır. Yani, cansız maddeler, hava, su, toprak gibi. Bir üst mertebede “nebatat” yani bitkiler vardır. Nebatatın üstünde “hayvanat” yani hayvanlar ve en üst kemal mertebesi de “insan” mertebesidir. Allah’ın tabiatta cereyan ettirdiği akış, değişim en alt mertebeden üste doğru çıkar, bazen de bu akış bir mertebede durur. Toprak, hava, su ve ısı ile bir tohum, bitkiye dönüşür. Menşei toprak olan bitkilerdeki zerreler, bir hayvanın bitkiyi yemesiyle hayvanın bünyesine intikal eder. İnsanın da hayvanı yemesiyle cansızlıktan yolculuğa çıkmış olan zerreler, en kemal (mükemmel) olan insanın bünyesine yerleşerek en üst mertebeye ulaşmış olur. Evet, İbrahim Hakkı Hazretleri de yukarıda belirtilen ifadelerinden bir kaç paragraf sonra meseleyi iyice açıklığa kavuşturmakta ve şöyle demektedir:
"O akıcı vücut, bitki âlemine girerken bazı afetler, hastalıklar ona saldırır ve bu yüzden bitki olmaz. Yahut bitki olurken kemale gelmeden, olgunlaşmadan evvel bozulur. Bitkilik vasfını kaybeder ve hayvanlara yem olmaktan çıkar. Yahut hayvana yem olacak duruma gelir. Fakat yenmeden evvel yok olur gider ve bu yolda, bu suretle nice yıllar gecikir. Bazen de bir hayvan, insanın yemesine elverişli bir duruma gelmişken yenmeden evvel bozulur ve bu yüzden hayvanı insan mertebesine naklettirmeye, dönüşmeye engel olur. Bazen de bozulmadan insan mertebesine naklolur." (a.g.e., s. 30).
Bu ifade hiçbir yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır. Burada nazara verilmek istenen husus; elementlerin tahavvülatla (hal değiştirme) bir mertebeden diğerine geçtiğidir. Topraktan bitki vasıtasıyla alınan faraza bir sodyum atomu, çiçekte canlılık kazanmakta, koyunda daha hareketli bir hale geçmekte, insan bünyesine gelince en yüksek mertebeye ulaşmış olmaktadır. Günümüzde ilim ve fennin tespit ettiği de bunun haricinde bir şey değildir. Vücudumuzda görev yapan atom ve moleküller, bitki ve hayvani gıdalardan aldığımız elementlerdir. Aslında toprakta bulunan elementlerden doğrudan istifade edemediğimiz için bitki ve hayvanlar devreye girmektedir. İslam âlimleri bu geçişi, zerrelerin yolculuğunu, cansız zerrelerin Allah’ın Ahsen-i takvim olarak yani en mükemmel surette yarattığını ifade buyurduğu insanı ve insanlık mertebesine ulaşma sürecini akıl ve tasavvufi bir zevk ile tasvir etmektedirler.
İbrahim Hakkı, canlıların yapı benzerliklerine göre sınıflandırıldığına da dikkati çekmektedir. Bu noktada insanlar ve maymunların benzerliklerini de ifade etmiştir. Fakat ifade ettiği mesele bir sınıflamadır. Bunun adı, canlıların dış görünüşleri nazara alınıp yapılan bir taksonomidir. Canlıların hikmetle yaratıldığına, bunlar arasında yapı benzerliklerinin bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Darwin'in, "tabii seleksiyonla canlıların evrimleşerek basit bir türden yüksek yapılı organizmaların teşekkül ettiği" görüşüyle yukarıdaki ifadeler, birbirleriyle iltibas edilmeyecek kadar açıktır.
Bütün bunlara rağmen, İbrahim Hakkı’nın belirtmeye çalıştığı görüşlerde yanlış anlaşılma söz konusu ise, mesuliyet yine O'na ait değildir. Çünkü İbrahim Hakkı eserinin çoğu yerinde başkalarının görüşlerini nakleder. Nitekim bu konuya da (canlıların benzerliklerine yönelik yapılan sınıflandırma meselesinde); "Ey aziz, hikmet ehli demişlerdir ki..." sözüyle başlamış, başka bir düşünüre atıfta bulunmuş ve böylece bu hususla alakalı mesuliyeti onlara yüklemiştir. İşin aslı da odur. Çünkü bunlar ayet ve hadislerden değil, hikmet ehlinden nakillerdir, alıntılardır. Bu meselede İbrahim Hakkı’nın Evrimcilerin iddia ettiği şekliyle bir mantık yürütmediğini diğer ifadelerinden anlayabiliriz. Zira İbrahim Hakkı Hazretleri “ilk insanın yaratılışıyla” alakalı olarak şu ifadeyi kullanmıştır:
"Cinlerin yaratılışından 20.000 yıl sonra Cenab-ı Hak, Hz. Âdem (as)'i yaratmak isteyince Azrail (as)'i yeryüzüne gönderip ona, yedi iklimden toprak aldırmış ve sonra Cebrail (as)'i gönderip o kuru toprağı yoğurtup hamur haline getirtmiş ve kırk gün o şekilde bekletmiştir. Sonra Cenab-ı Hak bu hamura, Numan vadisinde, en güzel şekilde suret vermiş ve kendi ruhundan başına üfürerek diriltmiş ve melekleri ona secde ettirip, yeryüzünde evlatlarına peygamber yapmıştır." (a.g.e., s. 18).
Şimdi bu fikirleri, dile getiren bir âlimi, insanın maymundan evrimleştiğini savunan bir kimse olarak takdim etmek, İbrahim Hakkı'yı kendi adına konuşturmak olur ki, bu da en azından tarafsız ilim ahlakıyla bağdaşmaz.
O'nun, bütün canlıların en uygun tarzda yaratıldığını belirten şu ifadesi de oldukça dikkat çekicidir:
"Cenab-ı Hak, her şeyi münasip, yerli yerinde ve güzel bir ortamda yaratmıştır. Her canlıya yaraşan ve yarayan ve her organın durumuna uygun olan mizacı, tabii bir yapıyı ona vermiştir. Ve bütün âlemde olan mizaçların en uygununu ve en mükemmelini insana ihsan etmiştir. Her organa en uygun ve yararlı mizacı, tabiatı, yapıyı vermiştir." (a.g.e., s. 164).
Bu ifadeleri kullanan birisinin evrimci olması mümkün değildir. Esasen insanoğlunun ilk yaratılışına izah araması tabii bir ihtiyaçtır. Dolayısıyla İslam âlimleri de müşahedeye uygun yorum getirmişlerdir. Geçmişteki ilim, günümüzdekinden farklı bir yoruma imkân vermiş de olabilir. Bu bakımdan yaratılış meselesine izah getirmeye yönelik yeni ilmi buluşlara, eski düşüncenin hükümleriyle karşı çıkmanın makul bir izahı yoktur.
Son devrin Diyanet işleri başkanlarından A. Hamdi Akseki de evrim meselesini şöyle değerlendirir:
"...Ahadis (hadisler) ve asar (selef alimlerinin sözleri) ile Ayat-ı Kerime'nin hey'et-i umumiyesinden bilistidlal Hz. Âdem'in ilk insan ve ilk peygamber olduğuna ve topraktan yaratıldığına itikad ediyoruz. Cumhur-u müsliminin ve Ehl-i sünnetin mezhebi budur." (İslam-Türk Ansiklopedisi Mecmuası, No. 87, s. 2, 1947)
Bu konudaki görüşü istismar edilenlerden birisi de Merhum Hamdi Yazır'dır. Aslında O'nun bu konuyu değerlendirişi, hiçbir yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır. Şu ifadeleri meseleyi gayet güzel açıklar:
"Bütün hayvan vücutları mükemmel bir tasnif ile tertip edildiği zaman görünüyor ki, aralarında noksanlıktan kemale doğru, yani, basitten mürekkebe giden bir derecelenme vardır. Bununla beraber her bir cinsin diğer cinsten hasıl olduğuna dair bir tecrübeye, bir şahide de rastlamıyoruz. İnsan insandan doğuyor, aslan aslandan, at attan, maymun maymundan, köpek köpekten vs. Böyle olmakla beraber, bu tecrübeye rağmen, aynı menşeden, yani topraktan gelmeye dayanılarak burada da bir mantık yapılıyor. Hayvan cinslerinin birbirine benzemesini, istihale veya tekamülle basitten yüksek yapılının hasıl olduğuna bağlıyorlar. Bu suretle bir gün gelmiş ki, hayvanın biri ve mesela bir takdire göre maymunun biri veya birkaçı, insan doğuruvermiş ve insanlar bunlardan türemiş. Biz daima göğsümüzü gere gere ve ilmi yoldan hiç ayrılmayarak deriz ki, aynı menşeden gelme davası doğrudur. Evvela bütün hayvanat için bu menşein aslı maddedir, basit unsurlar ve elementlerdir. Bir başka ifade ile topraktır. Bu maddeden hayatın meydana gelebilmesi ise, ilim, irade, kuvvet, kudret sahibi harici bir sebebe bağlıdır ki, o basit şeyden canlı hasıl olabilsin. Çünkü, noksandan, kendi kendine bir kamil hasıl olamaz. Mesela bir okkalık siklet (ağırlık) iki okkalık sıkleti sürükleyemez. Çıktığı, sürüklediği farz edilse, bir şeyin yok iken sebepsiz, illetsiz meydana geldiğini kabul etmek lazım gelir. O zaman akıl, ilim ve fen yoktur."
"...Aralarında mertebe yakınlığı bulunan hayvan cinslerini, tecrübenin aksine olarak, birbirinden istihale ettirmek veya doğurtmak ne tabiidir, ne de zaruridir... 'Kurbağalar balıktan doğmuş.' demek için, görülmüş bir misale ihtiyaç vardır. Gözlenmiş bir numune olmadığı ve mantıki bir zaruret de bulunmadığı halde böyle bir hüküm, elbette fenni ve felsefi bir hüküm değildir."
"Bunun hangisinin hangisinden doğduğunu mantık bildiremez. Bunu ya müşahede (gözlem) ya tecrübe veya vahiy bildirir. Halbuki şimdiye kadar balıktan kurbağa, maymundan insan doğduğu asla görülmemiştir. Ve bu iddia tecrübe mahsulü olan Pastör nazariyesine de tamamen muhaliftir... Vahiy ise bize, '...Siz insansınız. İnsan olunuz, kardeş olunuz, hepiniz bir babanın evladısınız...' diyor... Bütün bunlardan yakini olarak bildiğimiz bir şey varsa, o da ilk insanın arzın sinesinde doğmuş olmasıdır." (Yazır, Hak Dini, 1/329-330).
İslam'ın bu konuya bakışını şu cümleler ne güzel dile getirmektedir:
"Âlemde görünen şu nakışlar, şu cilveler bütün isimleri kudsiyye ve cemile olan Celal sahibi Cemil bir Zatın tazelenen sanatlarıdır, tahavvül eden nakışlarıdır. Hikmetle değişen mühürleridir..."
"Meyveler, güzel tad, koku ve şekilleriyle iştahımızı açıp, kendilerini müşterilerine feda ediyorlar. Ta ki, nebati(bitkisel) hayat mertebesinden hayvani hayat mertebesine terakki etsinler (yükselsinler)"
Görüldüğü gibi, İslam âlimlerinin bu konudaki görüşleri tahavvülat-ı zerreye (elementlerin hal değiştirmesine) dayanmakta, topraktan canlılar tarafından alınan elementlerin, onların bünyelerinde kazandığı mertebelere dikkat çekilmektedir.
El-Cahız, İhsan-üs-Safa, İbn-i Miskeveyh, Nizam-i Aruzi Semerkandi, Nasır-ı Tusi, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Muhammed Kazvini, İbn-i Haldun, Kınalızade Ali Efendi, Abdü'l-Kadir-i Bidil gibi İslam âlimleri ve felsefeciler, bu konuyla alakalı olarak, ufak tefek ifade farklılıklarının ötesinde, esasta aynı manaları tekrar ettikleri için, yazıyı daha fazla uzatmamak adına onların görüşlerine yer vermeye gerek görmedik.
Bu noktada, evrimi reddetmenin Allah’ı ve Kur’an’ı inkar etmek manasına gelebileceğini ima edebilecek kadar ileri giden evrimci Sinan Canan, Bediüzzaman Said Nursi’nin bir kısım cümlelerini evrim lehine yorumlayarak büyük bir İslam âliminden de delil desteği sağlamak istemiştir. Sinan Canan kendi internet sitesinde şu ifadeleri kullanır: “Türkiye’de evrim karşıtı argümanlara sıklıkla kaynak gösterilen Said-i Nursi’nin “Tabiat Risalesi” adlı kitapçığı, hemen tamamen “tesadüf ve kuralsız maddeci açıklamaya karşı” argümanlardan oluşur. Canlıların yaratılış yöntemlerine dair herhangi bir şey göremezsiniz. Hatta “şecere-i hilkat’in en mütekamil meyvesi olan insan-ı kamil” (yaratılış ağacının en olgun meyvesi olan olgun insan) sözü de ona aittir ve bizzat insanı yaratılış ağacının bir meyvesi olarak niteleyerek, evrim görüşünün en temel sonucunu tekrar eder.”
Sinan Canan’ın bu yorumu ya eksik bilgiden ya da Said Nursi’nin eserlerinde Evrim Teorisi lehine kullanılabilecek bir ifadenin cımbızla seçilip alınmasından kaynaklanmaktadır. Zira Sinan Canan, Said Nursi’den alıntı yaptığı ifadeyle, Said Nursi’nin Tabiat Risalesi’nin ateistik Evrim Teorisi’ne karşı yazıldığını, aslında Nursi’nin Evrim Teorisi ile bir problemi olmadığını bizlere anlatmak istemiştir. Oysa Said Nursi esrinde şöyle der:
Ve keza ilmü’l-hayvanat(hayvan ilmi) ve ilmü’n-nebatatta(bitki ilmi) ispat edildiği gibi, envâın (türlerin) sayısı ikiyüzbine bâliğdir(yakındır). Bu neviler(türler) için birer “âdem” ve birer evvel(ilk)-baba lâzımdır. Bu evvel-babaların ve âdemlerin daire-i vücubda (ilahlık dairesinde) olmayıp ancak mümkinattan (yaratılmış) olduklarına nazaran, behemehal (mutlaka) vasıtasız(sebep-sonuç ilişkisinden, tabiat kanunlarından muaf bir şekilde), kudret-i İlâhiyeden(Allah’ın kudreti) vücuda geldikleri zarurîdir. Çünkü bu nevilerin teselsülü (zincirleme geçmiş sonsuza gitmesi), yani sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır. Ve bazı nevilerin(türlerin) başka nevilerden (türlerden) husule gelmeleri(oluşmaları) tevehhümü(anlayışı) de bâtıldır. Çünkü, iki neviden doğan nevi, alelekser(çoğunlukla) ya akîmdir(neticesizdir) veya nesli inkıtaa uğrar(kesilir), tenasül(üreme) ile bir silsilenin başı olamaz.
Hülâsa(özetle): Beşeriyet(insanlar) ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei(kaynağı), en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir. (İşarat-ülİ’caz, sf.156, Bakara 21. Ayetin Tefsiri)
Evet, Said Nursi bu ifadelerle açıkça her türün kendi bir babası olması gerektiğini, bunu da insanların ilki olan Hz. Adem ile insan türü arasında yaptığı benzetimle örneklediği, tüm türlerin kendi atalarının birbirlerinden bağımsız olarak yaratılmasının zorunlu olduğunu ve türlerin birbirinden evrimleşmesi anlayışının batıl olduğunu açıkça ifade etmiş, tüm türlerin kendi (türlerinin) atalarından geldiği gibi, yine kendi sonları da kendi türleri ile noktalanacağını ifade etmiştir. Yine Said Nursi Mesnevi-i Nuriye (sf.253) isimli eserinde de türlerin birbirlerinden bağımsız olarak yaratılmasının zorunluluğunu ve türlerin birbirine dönüşmesi iddiasının imkansızlığını akli delillerle izah etmektedir.
Esasen İslam âlimlerinin evrim diye bir problemi yoktur. Çünkü onlar, alfabenin 29 harfini bilen ve bununla istediği kelimeyi yazabilen birisinin, "balık" yazdıktan sonra, "kurbağa" yazmak için muhakkak "balık" kelimesindeki harfleri kullanmasının gerekli olmadığını çok iyi bilirler. Dolayısıyla balığı yaratan bir kudretin, kurbağayı da maymunu da insanı da ayrı ayrı yaratabileceğini düşünürler. Ve onlar;
"Neviler(türler) için birer evvel baba lazımdır... Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei (başlangıcı) en başta bir babada kesildiği gibi, nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir." (İşarat-ülİ’caz, sf.156) görüşünü kabul ederler.Bilim, Felsefe ve Din Sayfamızdan Alıntıdır.
Bilimin, Felsefenin ve İslam'ın delilleriyle evrim teorisine cevapların verildiği 'Bir Müslüman Niçin Evrimci Olamaz' yazı serisini takip etmek için aşağıdaki bağlantısını verdiğimiz sayfamızı takip edebilirsiniz:
Bilim, Felsefe ve Din
Yorumlar
Yorum Gönder